Hafıza-i Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler sergimizden ilhamla Trendeki Yabancı dergisi ile hazırladığımız dizimizde son öyküdeyiz bu hafta. Toplam 6 yazarın 6 hikayesi 6 hafta boyunca her Pazartesi günü İAE Blog’da ve 1 Şubat’ta Trendeki Yabancı’da yayınlandı.
Son Öykü Emirhan Burak Aydın’dan “Baldır”. Keyifli okumalar
Sîm-i hâlîs gibi ol baldırı der kim görse
Rahm-i mâderde gümüş mâ’deni var mı acaba?
Enderunlu Fazıl
İhtiyar, Delikanlı’yı bileğinden tuttu, başını omzuna yasladı. Zaman hızlandı. Delikanlı’nın garsonluk yaptığı doğum günü partisi, İhtiyar’ın toplantısı geride kaldı. Galata Kulesi. Yokuş aşağı yalpalayarak yürüdüler. Taksi çevirdiler. Yolda sigara izni. Camlar açıldı. Radyoda cumhurbaşkanı. Yanlarından geçen arabadaki golden retriever köpeğin boncuk boncuk gözleri. Camdan içeri süzülen sarı ışığın, Delikanlı’nın kemikli ellerine değip kayboluşu, değip kayboluşu, değip kayboluşu. Şarjı biten akıllı telefonların cepteki ağırlığı. Yolun sonu. Şoföre parasını İhtiyar verdi. Üstü kalsın. Zaten beş lira arttı. Asansörde sessizlik. Birbirlerinin kokusu burunlarında. Kilit açıldı. İhtiyar susamıştı. Mutfağa girdi. Sürahi boş. Damacanayı Delikanlı kaldırdı. Diğeri de dolaptan şarap kadehi çıkardı. Diğerleri makinede, dedi. Güldüler. Klas adamsın, dedi Delikanlı. İhtiyar, bir anda kendi evinde misafirdi. Hoşuna gitti. Yatak odasına geçtiler. Delikanlı da kemerini çıkarırken İhtiyar yatağa geçti. Siyah, dümdüz bir boxer. İhtiyar külotsuz. Delikanlı, İhtiyar’ın içine girdi. Adam sımsıkıydı. Delikanlı uzanıp adamınkini kavradı. Ensesinde o genç nefesi hissetti İhtiyar, sonra da geldi. Delikanlı’nın kuvveti hâlâ yerindeydi. İhtiyar yataktan kalkıp yerde diz çöktü. Yatağın kenarına oturan Delikanlı’nın ayva göbeğine dokundu, baldırlarını kavradı. Ne güzel. O anda, yerde diz çökmüşken aklına geldi. Delikanlı’nın nereli olduğunu sormamıştı. Hep sorardı oysa. Delikanlı da sonunda geldi. İhtiyar’ın ağzında tuzlu bir lezzet. Yuttu. Ne zamandır diz çökmüyordu. Hoşuna gitti. Nefes nefeseydiler koskocaman yatakta. Odanın duvarlarına bakınca aklınız başka yere gidiyordu, o kadar boştu her yer. Pencerelerin perdeleri açıktı. Ay ışığında parlıyordu bedenleri. Her şey ortadaydı. Kesintisiz bir görünürlük.
Nerelisin sen? diye sordu İhtiyar.
Niye sordun?
Söylesem kızacaksın.
Hayda.
Bazen hayatında yeterince zorluk olmadığını düşünüyor musun?
Hayır, dedi Delikanlı, her gün ağzıma sıçılıyor, sizin gibi halimiz vaktimiz yerinde değil bizim beyefendi. Yurt köşelerinde, barzolarlaaaa yaşıııyoruuum, görünmez hayalinleee.
Zeki de dinlermiş, dedi İhtiyar.
Güldü Delikanlı. Yine de, dedi, uzun uzun bekledi, yani her zaman daha kötü durumda olan birileri vardır. Acıları yarıştırmak doğru değil bence.
Çok gençsin, dedi İhtiyar, seni kandırırlar bak.
Niyeymiş?
Şu fani âlemde geçirdiğim elli yedi senenin bana bahşettiği tecrübelerden yola çıkarak birkaç laf edeceğim şimdi, kızma lütfen. Acısını bir başkasınınkiyle yarıştırmayan var mı tatlım benim. Özellikle de hali vakti yerinde olanlar yarıştırır, kıyaslar. Onlar da insan, korkarlar, daha kötüsünü yaşayacaklarından. Korkmamak lazım. Ben hiçbir şeyi kıyaslamamaya çalışıyorum mesela. Bugünü, dünü. Devam ediyoruz işte. Dünden bugüne.
Bir dakika ya, dedi Delikanlı, listeye dönelim. Neyin listesi bu?
Bir şeylere özenmeyen faninin tekini bulmak zor, diye devam etti İhtiyar, yataktan kalktı, ama sadece özenerek, diye devam etti, özendiğimiz kişiler olabilseydik… Ohooo. Zor iş. Hadi kalk. Bir şey göstereyim sana. Kütüphane odamda.
Sıra sıra kitaplığın duvarları sardığı koridorda, iki çıplak adam, yürüdüler. Delikanlı ayva göbekli, uzun boylu, bıyıklı, saçları gür, kapkara; sönmüş zekeri sallanıyordu kıllı kasığından aşağıya. Koridorda bu kadar kitap varsa, diye düşünüyordu bu arada, kütüphanede ne var acaba? İhtiyar’sa incecikti, bir dövme vardı kolunda: Çember içinde on iki yapraklı bir çiçek, sonra yaprakları keserek dolanan bir küçük çember daha, sonunda da çiçeğin tam ortasında küçücük bir çember daha.
Kolundaki ne? diye sordu Delikanlı.
On iki hayvanlı takvim, boş ver onu, dedi İhtiyar, merdivenleri çıkmaya başlarken.
Takip etti Delikanlı da. Çatı katına çıkarken, kapının üstünde bir tabela gördü. Şöyle yazıyordu: Şairiz, Şeyn Verir Şanımıza,
Giremez Fahişe Divanımıza.
Herkesin ecdadı kendine, dedi İhtiyar, Enderunlu Fazıl’ı bilir misin?
Yok, dedi Delikanlı.
İhtiyar bir vitrinin kapağını açtı. İçinden deri kaplı, eski bir kitap çıkardı.
Enderunlu Fazıl, dedi İhtiyar, Osmanlı bürokrasisinde çok yükselmiş bir adamdı. Sonra jurnallediler adamı, sürgün edildi. Kadın sevmezdi, anlıyorsun değil mi? Enderun’da üç tane âşığı olmuş. Üçüncüsünde de kovulmuş. Şehla Hafız diye birisine yakmış abayı. Ama başka, ihtiyar bir musiki hocası elinden almış bu genç güzeli. Başıma geldi kaza ah ne kaza/ Handesi vaslını eyler îmâ/ Gamzesi lâkin eder istihza, diyor bir yerde. Gülümsemesine baksan kavuşacaksın, gamzesi ise alay eder, diyor yani. Neyse. Sürgündeyken yazdığı kitaplar el altından okundu. Hubanname de onlardan biri. Güzeller Kitabı. Hoş bulduğu erkekleri anlatmış. Denilene göre hamamda gördüğü delikanlının nereli olduğunu şıp diye bilirmiş.
Değerli bir şey bu, diye düşündü Delikanlı ama söylemedi, değerli bir şey.
Gürcüleri severim, dedi İhtiyar, Fazıl da severmiş, Büklüm büklüm saçlarında, gönül kuşu hazineler buluyor, diyor onlar için, ama sanma ki kucağa hemen gelir… Ağzı da, gönlü de temiz, huyu hem acı hem tatlı…
Oha, nereden bildin be, dedi Delikanlı, Gürcülük vardır bizde de.
Güldü İhtiyar. Elyazmalarında reddâde diye bir şey vardır, dedi, sayfanın altındaki bir kelimeyi göstererek. Bir sonraki sayfanın ilk kelimesi, sayfanın altına yazılır, sayfalar karışmasın diye. Bazı şeylerin başlangıcı, başka bir şeyin sonundan bellidir yani. Tezhipleri, yani altın süslemeleri görüyor musun, ne kadar güzeller. Şu yanlara da kopyalayıcılar, yani müstensihler, gerekli görürlerse notlar alırlar.
Değerli bir şey bu kesin, diye düşündü Delikanlı, kesin öyle.
Çatı katındaki pencerenin önünde karşılıklı duran iki tekli koltuğa oturdular. Delikanlı, ayağının altındaki halıyı özellikle sevmiş olacak ki bir süre sonra koltuktan aşağıya, İhtiyar’ın dizinin dibine oturdu. Adamın ayak parmaklarına baktı. Tırnakları ne de muntazam kesilmişti.
Eniştem vefat ettikten sonra evinden bir dolu elyazması çıktı, dedi İhtiyar. Bazılarını bağışladık. Bazıları değersiz şeylerdi. Teyzem terki diyar eyleyince bir başına o koca evde yaşadı adam. Parasıyla bir dolu elyazması kopyalattı, tezhipleri yapan müzehhiplerden tuttu, kitapları insanlara hediye etti. Müstensih İbrahim derlerdi ona, kendisinin de elinden gelirdi bu işler. Öğrenmişti. Bu sayfalarda bir mana buluyordu galiba. Şu sınırlara cetvel derler, eniştem de kendisinin cetvelkeşi oldu, duvarlar ördü etrafına, vefat ettikten sonra gizli bir dolabında buldum Fazıl’ın yazmalarını. Utanmıştı herhalde, ben utanmadım, o yüzden bugün, şu lokantada, tuvalet sırası beklerken omzuna dayadım başımı. Çok sevgilim oldu, cancağzım, liste dediğim de oydu. Mahbubperest değilim, inanmam Platon’un aşkına, kulamparanın tekiyim ama kızma, gönlüm derya deniz, ne yapayım, kimi zalim, kimisi adil idi, kimi dana, kimisi cahil idi, istedim cümlesini yad edeyim. Koynuma aldıklarımın nereli olduklarını sorarım, bilirsem, aklımdaki listeye bir çentik daha atarım. Fazıl mertebesine yaklaştım diye.
Sabaha karşı uyudu İhtiyar. Delikanlı’nın aklı ise elyazmasındaydı. İsmimi bilmez, diye düşündü, nereli olduğumu da
tutturamadı, ben bu işi beceririm.
Kitapların sırtındaki isimleri, içlerindeki metinleri ürkütmeden, canlı cansız kimseyi uyandırmadan, tam bir misafir gibi, usul usul çıktı merdivenlerden. Elini vitrine uzattı. Açtı kapakları. Bir an tereddüt etti. Çalacak başka şey mi yoktu? Ama onları alırsa dümdüz hırsız olacaktı, içi kaldırmadı bunu. Kendini böyle görmekten hoşlanmasa da aldı kitabı. Çıktı dışarı. Telefonu da kapalıydı hâlâ. Tramvayla Karaköy’e geçti. Oradan da karşıya. Anadolu’ya. Yakasına. Üsküdar’a. Arkadaşının öğrenci evine geldi soğuk havada.
Ne oluyor lan sabah sabah, dedi Kanka, dün ortadan kayboldun, ne var, hangi güzel hatunun koynunda geçirdin geceyi de yurda giremedin?
Kanka onu boş ver, dedi Delikanlı salona girerken, başka mevzular var, diye devam etti elindeki elyazması kitabı göstererek, şunu satmamız lazım abi, senin yok mu Türk Dili ve Edebiyatı falan okuyan bir tanıdığın.
Öğrenci evi. Rutubet. Salonda uyuyan üç tane tanıdık. Biri kız. Hepsi horluyor. Mutfağa geçtiler. Her yer pırıl pırıl. Bal dök yala. Kanka da böyle bir adamdı işte. Her yeri bok götürsün ama mutfak temiz olsun. Masaya geçtiler. Delikanlı kitabı koydu ortaya.
Oğlum, dedi Kanka, öğrencinin bununla ne işi olur ya?
Lan satın alsın demiyoruz, satacak birini tanıyordur, öğretmen falan belki, fifti fifti bölüşürüz işte. Ne tatava yapıyorsun?
Benimle mi fifti, diğeriyle mi?
Üçümüz bölüşürüz Kanka, tamam mı, rahatladın mı?
Birileri arandı. Pazarlıklar yapıldı. Sonunda konuştukları çocuk, kitabı görmek istediğini söyledi. Haydi, apar topar Ümraniye’ye gidildi. Kanka’nın evindekiler hâlâ uyuyorlardı. Şu yurttan çıksam, yeter, diye düşünüyordu Delikanlı, bıktım artık, bıktım.
Verin şunu bir bakayım, dedi kahvaltı masasında kaşar peynirini bala daldırıp yiyen Ümraniyeli. Çok geçmeden de kıs kıs gülmeye başladı. Ah be kardeşim, ah benim toy, genç kardeşim, kandırmışlar seni bak, hem de fena. Bu Enderunlu Fazıl’ın elyazması değil bir kere. Ayrıca yakın tarihli bir imitasyon. Bak ne diyor: Kavun Tolması. Pak kıymalık mikdar-ı kifaye kıymayı ve bir iki baş soğanı, bir kaşık revgan-ı sade ile kaide kavurduktan sonra bir fincan mikdarı pirinci dahi ba’det-tahir…
Dur lan dur, dedi Delikanlı, sikerler böyle işi ya, oğlum, sen bunun imitasyon olduğunu nereden anladın, bu da değerli değil mi, Osmanlı mutfağı falan ayağına satamaz mıyız?
Aga, şu yandaki notu görüyor musun, dedi Ümraniyeli. Elyazmalarının okurları aynı zamanda kopyalayıcılarıdır da, müstensih arkadaş buraya şöyle bir not almış bak: Sevgili dostum Enver, elinden yemek de nasip olur şu dolmaları inşallah. Tarih: 24 Recep, 1415. Yani 15 Nisan 1985. Buradan anladım, kapiş?
Delikanlı kitabı eline alıp çıktı evden. Kanka’yla birbirlerine bakıp güldüler. Delikanlı o akşam, İhtiyar’ın evinin kapısına gitti, elinde de elyazması. Bekledi. Önünden kediler geçerken bekledi. Başkaları binaya girerken de. Dün geceyi, radyodaki adamı, başkanı, yabancıyı düşündü. Sonra İhtiyar’ı. İkisi de birbirine yabancıydı ama buluşmuşlardı. Bana inanacak bir yabancıyı arıyorum, dedi içinden, baldan yemek istiyorum. Sonunda bir araba yanaştı. İhtiyar’ın başı göründü. Ânında göz göze geldiler. Tanıyorlardı birbirlerini.
Niye dalga geçtin benimle, dedi Delikanlı.
Dalga geçmedim, dedi İhtiyar da, dönecek misin diye merak ettim. Hem ben o kitabın Fazıl’ın kitabı olduğunu hiç söylemedim ki. Sen öyle düşünmüşsün. Takma kafaya, evime gelenlere böyle küçük şakalar ederim, çoğu kitabı satmaya kalkışmadı, o yüzden gerçeği de anlamadı. Sen anladın ama karşımdasın da işte. Başka bir şeyi de almamışsın, aklın havada senin cancağızım böyle gidersen daha çok kandırılırsın sen.
Elyazmasının orijinali var mı elinde gerçekten?
Bunların orijinalini bulmak zor, kim bilir kopyalayanlar nasıl değiştirdiler metni ama elimde bir tane Enderunlu Fazıl elyazması var, evet, görmek ister misin?
Olur, dedi Delikanlı, ama anlamadım, niye güveniyorsun bana?
Sokakta, binanın önünde, tek kelime etmeden birbirlerine baktılar.
Âşık oldum galiba, dedi İhtiyar, seni açmak istiyorum, bir şeyden korkuyorsun sanki.
Elli küsur yaşındasın, çok yaşlıymışsın gibi davranma, dedi Delikanlı, her şeyi bilmiyorsun, beni öyle hemen anlayamazsın. Gürcü değilim mesela, onu anlamadın.
Daha Fazıl mertebesine gelememişiz demek, dedi İhtiyar. Neyse. Saklananlardan iyi anlarım, orası başka. Ne diyorsun, çıkalım mı yukarı?
Delikanlı durdu, durdu, bir hatunun falan evinde geçirmedim geceyi, diye düşündü, İhtiyar’ı bileğinden tuttu, başını omzuna yasladı.
Yurda geri dönmek istemiyorum, dedi, seni kandırıp kitabı çaldığım için özür dilerim.
Özrünüz kabul edilmiştir, dedi İhtiyar sırıtarak, bu arada bir şey soracaktım, annenin rahminde gümüş madeni mi vardı acaba?
Yazan: Emirhan Burak Aydın
21 Aralık 2019, Üsküdar
Emirhan Burak Aydın Hakkında
27 Nisan 1990’da, İstanbul’da doğdu. Kocaeli Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Çeşitli yayınevlerine çeviriler yaptı. Editör olarak çalışıyor. Öyküleri Notos, Sözcükler, Trendeki Yabancı, Öykülem, Öykü Gazetesi, Sarnıç Öykü, Lacivert, Peyniraltı Edebiyatı, Marşandiz Fanzin ve Altzine’de yer aldı. Gözlemci Olarak Buradayız isimli romanı 2018’de Dedalus Kitap tarafından yayımlandı. Bazı öykülerini 2019 yılında Ben Uyandığımda Gözler Kapansın ismiyle kitaplaştırıp internette ücretsiz olarak yayımladı.