Uçak Venedik Marco Polo havalimanına indiğinde derin bir nefes aldım, hiç gelemeyeceğimi sanırken bir de bakmışım havaalanından şehir merkezine gitmek için vapura binmiş, kamaranın küçük penceresinden Venedik’in ünlü kulelerini mi daha önce seçeceğim, San Marco Bazilikası’nın kubbesini mi diye kafamı uzatmaya çalışıyorum. 2010 yazında Venedik’i kısaca ziyaret etmiş, bir arkadaşım/meslektaşımla San Marco’dan, sokak aralarında Bizans madalyonu aramaya, şehri geze dolaşa ve tabii ki kaybola kaybola adımlamıştım. Bu seferki daha uzun bir ziyaretti evet, ama bir o kadar da daha dolu. Şehri ne kadar gezebileceğim beni düşündüren bir soruydu ama asıl, kongrede kaç konuşmaya katılabileceğimi ve eşzamanlı gerçekleşen toplantılardan birini seçip diğerine gidemediğim için ne kadar üzüleceğimi bilmiyordum.
24. Uluslararası Bizans Çalışmaları Kongresi, 2020 yılında Ayasofya’nın bir gece ansızın camiye çevrilmesinin hemen ardından bir gün ansızın İstanbul’dan alınıp birkaç ay süren Kıbrıs mı İtalya mı ev sahipliği yapsa görüşmelerinin ardından Venedik-Padova’ya verildikten sonra, kongreye katılacağımı hiç düşünmüyordum aslında. Zaten pandemi devam ederken bin küsur kişinin bir araya geleceği bir etkinlikte bulunma fikri de kulağa hoş gelmiyordu. Ama her gün İstanbul’da yaklaşık 2-2.5 saatini toplu taşımada geçiren biri için asıl sebep pandemi anksiyetesi olamazdı tabii. Ben daha çok—hem ulusal hem uluslararası siyasetin bu kadar etkili olduğu akademide duygulara ne kadar yer var bilmiyorum ama—kalp kırıklığından öfkeye, umutsuzluktan bezginliğe uzanan bir deryaya düşmüştüm.
Sonra, doktora tezimi teslim etmenin eşiğindeyken kongrede tebliğ sunmak fikri bir anda bana büyük bir motivasyon verdi ve İtalya’ya gitmeye karar verdim. Pasaport, vize, uçak bileti, konaklama gibi ilk kalem işlemleri planlarken fark ettim ki en son yaklaşık dört sene önce yine akademiyle ilgili büyük bir gezi için yurtdışına çıkmışım. Bu dört sene içinde iş güvencesi olmayan, olanların da bunca yıllık eğitim ve araştırmalarının karşılığına denk gelmeyecek ücretlere çalıştırıldığı Türkiye gerçekliklerinde yaşayan bir akademisyen adayının yurtdışına çıkması neredeyse imkansızlaşmış. Ülkemizde devam eden pasaport çipi kriziyle pasaportu aylarca çıkmayan mağdurlardan değildim belki ama Schengen vizesini, başvuru yaptıktan altı hafta sonra, yola çıkmadan beş gün önce alabilmiştim. Artık her 5 Türk’ten birinin vize başvurusu reddediliyor diye altı hafta beklemeye razı olmak da acınası bir durum ama birçoğumuz gibi ben de bekledim.
Global ekonominin kötüye gidişinden çok daha sert bir şekilde yere çakılan ülkemizin ekonomik durumu ve kongre mekânının görece ucuz İstanbul’umuzdan çok pahalı Venedik’e çekilmesiyle aileden varlıklı olmayan Türkiyeli akademisyenler ve akademisyen adaylarının içine düştüğü durum neyse ki birden fazla topluluğun radarına girmiş olacak. Hem Uluslararası Bizans Komitesi hem Society for Promotion of Byzantine Studies hem Koç Üniversitesi GABAM hem Boğaziçi Üniversitesi Bizans Araştırmaları Merkezi bu katılımcılar için akademik seyahat ve kongre katılımı bursları verdi. Buna hem diğer üniversitelerin kendi burs imkanları, hem de İstanbul Araştırmaları Enstitüsü gibi sayılı araştırma merkezlerinin seyahat bursları eklendi. Bu bahsettiğim burslardan benim bildiğim kadarıyla hiçbiri tek başına 6 gün süren bir etkinlikte en asgari şartlarda olsa dahi yapılan harcamaları karşılayacak meblağlar değildi. Kurumların kısıtlı bütçelerini olabildiğince çok bursiyer arasında paylaştırma çabaları tabii ki takdire şayan; sadece ne yazık ki kimileri için yetersiz.
Böyle art arda yazınca karabasandan hallice bir resim çizdiğimin farkındayım. Ama içinde bulunduğumuz sosyo-ekonomik ve siyasi durum da gerçekten biraz karabasanı andırıyor. Peki ya Venedik maceramız bunun neresinde diye soracak olursanız 24. Uluslararası Bizans Çalışmaları Kongresi’ne katılımım, benim için, kâbusların içinde bir es verip çok güzel bir rüya görmek gibiydi. Kongre resmi olarak başlamadan önceki akşamüstü, kayıt masasından otel odama yürürken açılış resepsiyonuna bir uğradım. Laf lafı açtı, tanıdıklar tanıdıklarla daha çok kaynaştı derken akşam kongre mekanına yakın, kanalın kenarında sakin ve huzurlu bir barda daha çok Bizansçı sohbetiyle sona erdi. Kongrenin birinci günü sevgili hocamız Paul Magdalino’nun eğlenceli ve her zamanki gibi her cümlesi bilgi dolu açılış konuşması ve Türkiye’de Bizans çalışmalarının bambaşka bir seviyeye atlamasında katkısı büyük olan, benim de ilk Bizans tarihi hocam Nevra Necipoğlu’nun genel oturum konuşmasıyla La Fenice Opera Binası’nda başladı. Binanın etkileyiciliği su götürmez bir gerçek, erişilebilirliğinin sıkıntılı olması veya o oturum boyunca su dahi servis edilmemesi gibi olumsuz taraflarına pek takılamadık bile. İlk konuşmalar haricinde kongrenin Venedik ayağı tamamen Ca’ Foscari Üniversitesi’nin San Giobbe kampüsünde gerçekleşti. Mekân tam anlamıyla mükemmel bir seçim olmuş: Açık alan geniş bir koridorun iki yanına sıralanmış büyük amfilerden oluşan dersliklerde gerçekleşen konuşmalar da rahat, konforlu ve sorunsuz geçti; kahve molalarında maskelerimizi çıkarıp içeceklerimizi yudumlarken ve sohbet ederken açık havada olabilmemiz de adeta bir lükstü. Sanırım Venedik’in genel olarak Avrupa’nın en pahalı ve en turistik şehirlerinden biri olması haricinde kongre katılımcılarının ortak tek şikayeti kongre programının basılı bir kopyasının kayıt sırasında verilmemesiydi ki herhalde bu çok ufak bir eksiklik olarak göz ardı edilebilir. Kongre’nin dördüncü günü ise konuşmalar Padova’da gerçekleşti. Şehri pek gezemesek de kampüsün bir kısmının eski bir manastır, konuşmaların gerçekleştiği bölümünün ise yine büyük dersliklerden oluşması memnuniyet vericiydi. Organizasyon ekibinin pandemi koşullarında olabilecek en kusursuz şekilde plan-programlama yaptığı aşikardı, daha iyisi yapılabilir miydi, pek sanmıyorum.
Pandemiyle başlayan ve benim gibi bazıları için dünya ortalamasının çok üzerinde seyreden bir izolasyon döneminden sonra hayatını uluslararası akademinin bir parçası olarak geçiren insanların, işlerinden de önce, varlıkları/kendileri için bu organizasyona ihtiyacı varmış. Benim için son on küsur senedir Boğaziçi’nde, Koç’ta, ANAMED’de, İAE’de, CEU’da, Birmingham’da, Oxford’da, Edinburgh’da, Getty Vakfı’nda, Dublin’de, Paris’te, Atina’daki Gennadios Kütüphanesi’nde ve THYESPA’da gerçekleşen çeşitli konferanslar, çalıştaylar, geziler ve derslerden tanıdığım ve çoğu meslektaştan öteye geçip arkadaşım olan Bizansçılarla yüz yüze görüşmek ve hem hayatlarında neler olduğunu öğrenmek hem de şu an yaptıkları araştırmalarının sonuçlarını dinlemek tarif edilemez bir mutluluk kaynağı oldu.
Ayrıca, geçen sene yapılması beklenen bu kongreye, Bizans çalışmaları olarak disiplinimizin ihtiyacı varmış. Büyük fonlar almış araştırma projelerinin ara ve final raporlarını dinlemekten, başka türlü haberimizin olma ihtimali düşük güncel araştırma konuları ve trendleri takip etmeye, Pera Müzesi’nin başarılı sergisi “İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm!” de dahil birçok sergiyi dijital olarak ziyaret etmekten çeşitli yayınevlerinin son bastıkları eserlere göz atmaya çok yönlü ve tatmin edici bir hafta geçirdik.
İtalya’nın ortaçağ ve Bizans çalışmalarındaki önemli konumunu tartışacak değilim, bunun içerisinde Venedik’in yeri ise bambaşka. Marciana Kütüphanesi’ndeki sayısız Bizans elyazmasına erişebilmek, yine Marciana’daki belgelerle kongre paralel etkinliği olarak hazırlanan iki büyük sergiyi gezebilmek nadir yakalanacak bir şanstı. Venedik Arşivleri’nde Fatih Sultan Mehmet döneminde bir Venedik elçisine Rumeli Beylerbeyi Davud Paşa tarafından Yunanca yazılan bir belgeyi çalışabilmek de harika bir duyguydu. Hepsinin üstüne Venedik Bienali de devam ediyordu. Şehirde sadece San Marco’nun restorasyon çalışmaları sebebiyle dış cephesinin bariyerler, iskeleler ve brandalarla kaplı olması üzücü bir tesadüf oldu; bunun haricinde hem sanat ve mimari hem de günlük yaşam ve eğlence açısından Venedik hepimize çok iyi davrandı.
24. Bizans Çalışmaları Kongresi’nin başarıyla tamamlanmasının üzerinden şimdiden üç ay geçti. Hem şehrin, hem disiplinimizin, hem meslektaş/arkadaşlarla hasret gidermenin tadı damağımızda, evlerimize döndük. Bugünlerde İAE’nin 2022-2023 Doktora Bursiyeri olarak Beyoğlu’nda oldukça vakit geçiriyorum ve hangi Bizansçı tanıdığımla karşılaşsam Venedik’in kendilerini ne kadar motive ettiğini, ne kadar çalışma şevkiyle dolu olduklarını, ne kadar mutlu olduklarını duyuyorum. Ben de benzer bir ruh hali içerisindeyim. Bir yandan bu enerjiyi çalışmalarıma yönlendirmeye çalışıyorum ama öte yandan “Bu kongre İstanbul’da olsaydı nasıl da güzel olurdu?!” diye umutsuzca düşüncelere dalmaktan kendimi alamıyorum. Venedik Bizansçılara çok şey kattı, peki ya İstanbul ne katabilirdi? İstanbul ne kaybetti? 2019 senesinde kongre hazırlıklarıyla ilgili katıldığım sunumlarda organizasyon sürecine dahil olan olmayan herkesin heyecanını hatırlıyorum ve neler başarabilirdik, ne kadar güzel olabilirdi diye içlenirken kafamda o şarkı çalıyor: ihtimallerin heyecanına üzülüyorum. Yine de içimde bir umut var, belki bir gün, İstanbul’da gerçekleşen bir kongrenin ardından yüzlerce Bizansçı evlerine Venedik’te bizim yaşadığımıza benzer güzel hislerle ve dev bir araştırma motivasyonuyla dönerler ve İstanbul hakkettiği ev sahipliği görevini sonunda layıkıyla yerine getirebilir.
Elif Demirtiken, Edinburgh Üniversitesi, Doktora Adayı / İAE 2022-2023 Doktora Bursiyeri.