İtalya’nın Venedik ve Padova şehirlerinde 22–27 Ağustos 2022 tarihlerinde düzenlenen ve benim de Galata’daki Ceneviz dönemine yönelik iki farklı sunumla katıldığım 24. Uluslararası Bizans Çalışmaları Kongresi (ICBS ’22), zamansız Covid-19 pandemisi nedeniyle birbirinden neredeyse iki seneden fazla bir süre uzak kalan Bizans araştırmacılarını uluslararası geniş katılım ölçeğinde tekrardan bir araya getirmesi yönüyle oldukça anlamlıydı. Birbirimizi gerçekten çok özlemişiz. Bunun yanında hem şahsen hem de çevrimiçi katılıma izin veren hibrit kongre formatı, halen devam etmekte olan Rusya-Ukrayna Savaşı başta olmak üzere çeşitli sebeplerden ötürü seyahat etmekte sorun yaşayan araştırmacıların katılımlarını kolaylaştırdı ve altyapı nedenli tüm bağlantı zorluklarına karşın bana göre başarıyla ortaya kondu. Kongrenin ev sahibi Venedik Ca’ Foscari ile Padova üniversiteleri öğrencilerinin gönüllülük esasına dayanan ve her gün tanıklık ettiğimiz samimi gayretleri biz katılımcıların işini kayıttan son güne kadar bir hayli kolaylaştırdı. Bu konuda da haklarını teslim etmeliyim.
Kongrenin sadece bir günü Padova’da düzenlendiği için yaz sezonunda Venedik’te yaklaşık bir haftalık bilimsel bir etkinlik hem sıcak, yoğun nemli hava koşulları hem de dar sokaklı kent dokusunda bitmek bilmeyen turist kalabalığı nedeniyle mekânsal anlam ve önemini büyük ölçüde yitirdi. Bilindiği üzere kongre aslında 2021’de İstanbul’da düzenlenecekti. Bu ihtimal, organizasyon ve mekânsal ilgi açısından elbette çokça avantajı beraberinde getirecekti. Covid-19 pandemisi nedeniyle mecbur kalınan erteleme yanında, açılış konuşmalarında da defalarca altı çizildiği üzere bu süreçte Ayasofya’nın tekrardan camiye dönüştürülmesi başta olmak üzere birtakım politik sebepler sonucu, kongrenin Venedik ve Padova’ya alınması kararlaştırılmıştı. Söz konusu durumun ortaya çıkmasına neden olmuş gerekçeleri bir kenara koyarsak, Türkiye’de hiç de azımsanmayacak sayıdaki emektar Bizans araştırmacıları için sonuç olarak epey talihsiz bir durum ortaya çıktı. Avrupa Birliği ülkesi olmamanın getirdiği seyahat kısıtlamaları ve özellikle de son yıllarda iyice artan ekonomik zorluklara maruz kalan Türkiye’den araştırmacılar ile öğrenciler için ülkede bu kapsamda gerçekleşecek bir Bizans kongresi gerçekten çok önemli bir fırsat olacaktı. Yüksek sayılabilecek kongre katılım ücreti, seyahat ve konaklama giderleriyle birleşince, koşulların olumsuzluğu giderek katlandı. Keşke bu değişiklik yapılmasaydı ve İstanbul’a yönelik ilk plan gerçekleştirilebilseydi.
Kongrenin açılışı, Venedik’in merkezindeki La Fenice Tiyatrosu’nda görkemli bir törenle yapıldı fakat bu görkem aslında büyük oranda tiyatro binasının kendi ihtişamından kaynaklanmaktaydı. Uluslararası komite başkanı John Haldon’a sıra gelinceye kadarki protokol konuşmalarının sayısı, içeriği ve birbirini tekrar eden Bizans-Venedik ilişkileri vurgusu kanaatimce gereksizdi.
Bizans odaklı şekilde birçok farklı bilimsel disipline hitap ederek oldukça geniş bir çerçevede ele alınmış araştırmalar ise genel oturumlar, yuvarlak masa oturumları, tematik oturumlar, serbest iletişimler ve poster sunumları olmak üzere beş ana başlık altında sunuldu. Katılımcı sayısının fazlalığı nedeniyle kongre düzenleme kurulu tarafından tercih edilen paralel oturum çözümü, sunumların aynı anda gerçekleşmesi nedeniyle çakışmalara sebep oldu. Ortaya çıkan tercih zorunluluğu da birçok ilginç sunuma katılımı imkansız kıldı. Hibrit format için faydalanılan teknolojinin bir kez daha yardımıyla bu durumun belki önüne geçilebilirdi ve herkes istediği tüm sunumlara katılım sağlayabilirdi. Sunumlarda dikkatimi çeken bir diğer nokta ise soru-cevap ve tartışma bölümlerinin görece kısır geçmesiydi. Covid-19 pandemisi nedeniyle birbirinden epey ayrı kalan Bizans araştırmacıları tahminimce hararetli tartışmalardan kaçındılar ve yeniden bir araya gelmenin keyfine, bir arada olabilmenin kıymetine odaklandılar.
Kongrenin hemen sonrasında özellikle de Türk yerel basınında çıkan, kongreye yönelik tamamen yıpratıcı ve hedef gösterme amacıyla hazırlanarak lüzumsuz yere bazı araştırmacı arkadaşlarımızın dahi ismini veren haberleri üzüntüyle takip ettik. “Bizans” çalışmalarını aslında çok basitçe ismi nedeniyle kötüleyen bu tuhaf algıya yönelik ben de fikirlerimi belirtmek isterim. Çok katmanlı Anadolu topraklarında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna değin hüküm sürmüş medeniyetler arasında Bizans İmparatorluğu ne ilk ne sonuncu ne de en önemli olandır. Herhangi bir yerdeki eski Bizans varlığı ise zaten sürpriz olmayıp hemen herkes tarafından kolayca öngörülebilir bir olgudur. Tarih boyunca birçok farklı topluluğa ev sahipliği yapması nedeniyle haklı bir üne sahip Anadolu’nun tüm somut ve soyut tarihi zenginlikleri doğal olarak araştırmacıların ilgisini çekmekte ve çeşitli düzeylerde çalışılmaktadır. Kimi zaman da tematik etkinlikler yoluyla bilim dünyasıyla paylaşılmaktadır. Bilimsel araştırmaların birçoğu, disiplinler arası arkeolojik çalışmaların ve projelerin bir parçası olarak gerçekleştirilmektedir ki bu sayede Anadolu’nun Osmanlı Dönemi de dahil olmak üzere tüm tarihsel dönemleri bir arada detaylandırılmaktadır.
Türkiye’de çok eski tarihlerden beri sürdürülerek kamuoyuyla paylaşılan Bizans çalışmaları özelinde hem yerli hem de yabancı araştırmacılar müze ve ören yerlerine erişim için resmi makamlardan izin almak zorundadır. Çalışmalar tüm izin süresi boyunca denetlenmekte olup tamamlandığında ise bir kopyasının yetkililerle paylaşılma yükümlülüğü vardır. Arkeolojik kazı ve onarım çalışmaları ise cumhurbaşkanlığı izniyle doğrudan bakanlık tarafından ruhsatlandırılarak maddi ve idari olarak desteklenmektedir. Türkiye’nin hemen her yerindeki müze ve ören yerlerinde sayısız Bizans eseri resmen çalışılmakta, korunmakta ve sergilenmekte iken Bizans Dönemi üniversitelerimizin tarih, arkeoloji ve sanat tarihi bölümlerinin müfredatları kapsamındadır. Bizans çalışmaları, Anadolu’da önceden var olmuş diğer tüm topluluklar için olduğu gibi ülkemiz tarafından çağdaş ve bilimsel şekilde ele alınarak tanınmakta ve desteklenmektedir. 2021’de İstanbul’da düzenlenmesi planlanmış kongre için Türkiye birçok devlet kurumu kanalıyla resmen ev sahibi ve proje partneriydi. Kongrenin uluslararası yetkilileri muhtemelen çeşitli siyasi sebepler nedeniyle İtalya’da karar kılmasalardı pekâlâ ülkemizde düzenlenecek etkinlik için epey hazırlık yapılmıştı.
Sonuç olarak, iyisiyle ve kötüsüyle bir kongre daha geride kaldı. Araştırmacılar olarak üzüntümüz, aslında ülkemize bilimsel, kültürel ve ekonomik başta olmak üzere birçok yönden katkı vererek ülkemizin gelişmesine katkı sağlayacak, resmi izinler çerçevesinde verilen şeffaf emeklerimizin kimi zaman popülist ve yüzeysel yaklaşımlar yoluyla yıpratılarak hakkının yenmesi. Dilerim ki bu algı yerini daha medeni, olgun ve faydacı bir görüşe bırakır.
Sercan Sağlam, CNRS – CESCM, Doktora sonrası araştırmacı.