Kentlerin, kuruldukları yerden kaynaklanan ve peşini bırakmayan kaderleri vardır. Asya ile Avrupa’nın sınırında yer alan İstanbul da, coğrafyanın yanı sıra farklı düşünce yapısı ve kültür kimliklerine sahip bu iki dünyadan beslenmekle birlikte ikisinden de farklı olan bir “sınır iklimi” içinde yaşamaya mahkûmdu. Nitekim peşpeşe iki imparatorluğu yönetmiş olan kent, önce Doğu Roma/Bizans, ardından Osmanlı döneminde, söz konusu kaderin kolaylaştırdığı görkemli kültür sentezlerine ve bunu yansıtan mimari eserlere sahne oldu.
İstanbul’da Osmanlı döneminin sonlarında ve Cumhuriyet’in ilk yirmi beş yılında faaliyet gösteren İtalyan mimarlardan Edoardo De Nari, heterojen olduğu kadar ilginç ve renkli olan bu geçiş döneminin unutulmuş aktörlerinden birisi. Yük. Mim. H. Büke Uras’ın üç yıl önce keşfettiği De Nari arşivi bize bir yandan mimarı bilinmeyen, yanlış bilinen veya kuşkulu olan birçok yapının gerçek tasarımcısını açıklarken, diğer yandan mimarın denediği farklı üsluplar, İstanbul’da son demlerini yaşayan kozmopolit üst sınıfın estetik tercihlerini de yansıtıyor. Tasarladığı yapıları sipariş eden, zadegân zümresine, gayrimüslim Osmanlı ailelerine, Levanten çevresine ve Cumhuriyet’le beraber oluşan yeni burjuvaziye mensup işverenler, bu kozmopolit dünyayı oluşturan bileşkelere ışık tutuyor. Kendisi de bu dünyaya mensup olan De Nari arşivindeki anılar, mektuplar ve fotoğraflar, mimarın gündelik hayatı ve sosyal çevresini de bizlere sunuyor.
“Her büyük şehir nesilden nesile değişir. Fakat İstanbul başka türlü değişti. Her nesilden bir Paris’li, bir Londra’lı, doğduğu yaşadığı şehrin otuz kırk yıl önceki hâlini, yadırgadığı bir yığın yeni âdet, eğlence tarzı, mimarî üslûbu yüzünden hüzün duyarak hatırlar… İstanbul böyle değişmedi, 1908 ile 1923 arasındaki on beş yılda o eski hüviyetinden tamamiyle çıktı” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tespiti kuşkusuz yerinde. Fakat hüviyet değişiminin, geç Osmanlı döneminde kentin sosyo-ekonomik hayatında önemli rolü olan gayrimüslim nüfusun giderek erimesi, Müslüman elitlerin yaşadığı servet ve itibar kaybı, yoğun kırsal göç gibi etkenlerin sonucunda asıl 1950’lerden sonra gerçekleştiği de bir gerçek. Günümüzün İstanbulluları o denli farklı bir kentte ve öylesine ciddi bir bellek kaybı içinde yaşıyorlar ki “hüzün duyarak hatırlayacakları” pek az anıları olsa gerek.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün, İstanbul’un fiziki yapısına damga vuran mimarlara ilişkin, Raimondo D’Aronco ile başlattığı, Henri Prost ile sürdürdüğü sergi dizisi bu kez Edoardo De Nari sergisi ile devam ediyor. Serginin İstanbul’un yakın dönem mimari tarihini ve sosyal yaşamını merak edenlere ilginç geleceğini umuyoruz.
M. Baha Tanman