Atatürk Döneminde Eğitim
29 Aralık 1923’de Cumhuriyet Maarif Vekâleti maarif müdürlüklerine “Terbiye usullerine yeni bir veçhe vermek mecburiyetindeyiz” diye başlayan bir genelge gönderdi. Bu genelgede Cumhuriyet’in aradığı yeni “terbiye” usulü vurgulanıyordu:
“Dünün kör bir itaat isteyen çocuğu ve genci münfail bir vaziyette bırakan mektep terbiyesi artık mevkiini genci, hür ve mesul bir millet ferdi telâkki eden faal bir terbiyeye bırakmalıdır. Milletin hâkimiyetine istinad eden genç Cumhuriyet hükümetimizin mektepleri tedrisatında cumhuriyetin esaslarına sadık kalmayı telkine mecburdur.”
Genç Cumhuriyet için çizilen rota artık belliydi. 430 sayılı “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile Türkiye’de öğretim tek elde toplanıyordu. 1. maddede, “Türkiye dahilindeki bütün müessesat-ı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâletine merbuttur”; 2. maddede, “Şeriye ve Evkaf Vekâleti veyahut hususî vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâletine devir ve raptedilmiştir” deniliyordu. Bu hukuksal düzenleme, Cumhuriyet’e laik bir karakter kazandırma sürecinde atılan ilk adım oldu. Yüz yıldır süre gelen kültürel ikilik kurumsal bağlamda kaldırıldı; medreseler kapatıldı. Çok geçmeden Maarif Vekâleti’nin başına getirilen Vasıf Bey, Kanun’a değinip, “Bunu tatbik etmekle mükellefim. Türkiye’de bundan sonra bir tek mektep, bir tek terbiye, bir tek tedris olacaktır” diyerek göreve başladı.
23 Nisan 1924 günü Ankara’da eğitim ve kültür işlerini görüşmek amacıyla Heyet-i İlmiye yeniden toplandı. Ders cetvelleri düzenlendi, okul kitapları ve okulların öğrenim süreleri belirlendi. İlk defa bir “ilkokul programı” hazırlandı. Orta dereceli okullarda, derslerin içeriklerinde değişiklikler yapıldı. İçtimaiyat (sosyoloji), ders programına girdi.
Köye Doğru
Millî Mücadele yıllarında Atatürk, 1 Mart 1922’de Meclis’in açılış konuşmasında, cehaleti ortadan kaldırmaktan, köylüyü okutmaktan, kadınlara fırsat eşitliği vermekten söz açar:
“Demiştim ki; bu memleketin sahib-i aslisi ve heyeti içtimaiyemizin unsur-u esasisi köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne kadar nur-u maariften mahrum bırakılmıştır. Binaenaleyh; bizim takip edeceğimiz maarif siyasetinin temeli evvelâ mevcut cehli izale etmektir. Teferruata girmekten içtinaben, bu fikrimi bir kaç kelime ile tavzih etmek için diyebilirim ki alelıtlak umum köylüye okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafî, tarihî, dinî ve ahlâkî malûmat vermek ve âmal-i erbaayı öğretmek maarif programımızın ilk hedefidir.”
Kırsal alana köy ilkokulları için ayrı bir öğretmen yetiştirmek amacıyla köy öğretmen okullarının açılmasına başlandı. 1926’da Kayseri Zencidere köyünde, 1927’de Denizli’de açılan okullara ilkokulu bitirmiş çocuklar alınacak, üç yıllık öğretmenlik eğitimi verildikten sonra köy okularına öğretmen olarak gönderilecekti.
Amaç yerinde, ama olanaklar sınırlıydı. Okullar, köy için gerekli öğretmen yetiştirilemediğinden kapatıldı. Aradan on yıl geçtikten sonra başka bir yolun kapısı açıldı: Köy Eğitmenleri.
Nüfusları öğretmen gönderilmesine elverişli olmayan köylerin öğretim ve eğitim işlerini görmek, ziraat işlerinin fenni (bilimsel) bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmek üzere köy eğitmenleri görev yapacaklardı. Bu kurslara askerliğini yapmış, okuma yazma bilen, ziraat işleriyle uğraşan, arazi ve hayvan sahibi köylü gençler alınıyordu.
Köy eğitmenleriyle başlayan ve sistemin içerisine ışık tutan bu “yeni okul” anlayışı, çok geçmeden farklı ve daha ileri bir mecraya yerleşti. Saffet Arıkan ve Hasan-Âli Yücel’in dönemlerinde, kendisine İsmail Hakkı Tonguç gibi bir “önder” bulan bu “yeni okul”, Köy Enstitüleri’ydi.
Eğitim tarihimizin sürükleyici, ama aynı zamanda hüzünlü sayfaları Köy Enstitüleri hikâyesinde yer alır.
Turan Tanyer’in sergi kataloğunda yer alan yazısından bir alıntı.
Düşünen Tohum Konuşan Toprak sergisi hakkında daha fazla bilgi için tıklayın.