Çağdaş toplumbilimlerin önde gelen araştırma alanlarının başında bir kent tasarımı olarak İstanbul geliyor. Arkeolojiden tarihe, sanattan edebiyata, din kültüründen gündelik hayata uzanan geniş araştırma yelpazesinde, insanlığın temel sorularına yanıtı bu kent veriyor. Bir rastlantı mı bu, yoksa tarihin içinde dünden bugüne katmanlaşarak gelen kent kültürünün önümüze koyduğu, çözülmesi zorunlu bir sorunlar yumağı mı? Yanıtımız, eğer sorunlar yumağını İstanbul ölçeğinde çözmek ise, o zaman farklı düşünce ve yaklaşımların birbiriyle tartışacağı ortak bir paydaya ihtiyaç var demektir. İşte İstanbul Araştırmaları Yıllığı, bu ihtiyacı, çağdaş bilimsel düşünce açısından karşılamak amacıyla yayın hayatına giriyor.
Yıllık‘ta yer alan Elvin Otman’ın yazısı, Beyoğlu’nda bir “Bey Oğlu”nu, Alvise Gritti’yi anlatıyor.
“Bizans döneminden beri özellikle uluslararası ticaretin kontrol edildiği en önemli limanlardan biri olması nedeniyle Galata bölgesi oldukça hareketli bir sosyoekonomik hayata sahip olagelmişti. 16. yüzyılda bölgenin kalabalıklaşması, çoğunlukla gayrimüslim tüccarlar ve yabancı diplomatlardan oluşan bölge sakinlerini Galata surlarının dışında kalan bağlık bahçelik alanlara doğru yayılmaya zorladı. Bu geniş bölge İstanbul’un kalbinin attığı Altın Boynuz’un tam karşısında bulunması sebebiyle Yunanca karşı kıyı anlamına gelen “Pera” sözcüğü ile adlandırılıyordu. Bu sözcük zaman içinde Beyoğlu sözcüğü ile yer değiştirdi ve özellikle 19. yüzyıldan sonra ve Cumhuriyet döneminde, semt için Pera yerine Beyoğlu ismi kullanılmaya başlandı. Dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda, bu durum bir anlamda Osmanlı kimliğinden Türk kimliğine geçişin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ne var ki kelime Türkçe de olsa, yerleşim yerine ismini veren “Bey oğlu”, gerçekte 16. yüzyılda Osmanlı payitahtında yaşayan bir Venedikli olan Alvise Gritti’den başkası değildir.
Alvise Gritti, 16. yüzyılın Osmanlı ve Avrupa tarihinde beliren en ilgi çekici ve renkli karakterlerinden biridir. 1480 yılında İstanbul’da dünyaya gelen ve yaşamının neredeyse tamamını burada geçiren Gritti, 1523 yılında Venedik Doçu seçilen Andrea Gritti’nin oğludur. Osmanlı diplomasisi Venedik Doçu’na “Bey” şeklinde hitap ettiği için, Alvise Gritti’yi de “Bey oğlu” olarak tanımlamıştır. II. Bayezid zamanında İstanbul’da ticaret yapan ve Osmanlı-Venedik savaşının hemen ardından barış görüş melerini yürütmek için olağanüstü elçi olarak görevlendirilen Andrea Gritti, payitahtta kaldığı süre içerisinde gayrimüslim bir Osmanlı kadınıyla evlenmiş ve bu evlilikten dört oğlu olmuştur. Ancak bu dört çocuk da Katolik evliliği içinde doğmadığı için, Venedik yasaları uyarınca gayrimeşru kabul edilmiş ve tüm Venedik patrisyenlerinin doğuştan sahip olduğu siyasete katılma hakkından mahrum bırakılmışlardır. Kardeşlerin en büyüğü olan Alvise, babasıyla beraber Venedik’e geri döndükten sonra babasının siyasi, diplomatik ve ticari ilişkiler ağının içerisinde tam bir patrisyen hayatı yaşamış ve dönemin genel eğilimine uygun olarak önce Venedik’te, daha sonra da Padova Üniversitesi’nde eğitim almıştır. Ne var ki, iyi eğitilmiş olmasına rağmen Venedik’te bir kariyer sahibi olamayacağının bilincinde olan Alvise Gritti, doğduğu topraklara geri dönerek aile mesleği olan ticarette kendine bir gelecek inşa etmeyi tercih etmiştir.
Osmanlı payitahtına 1506 yılında sıradan bir tüccar olarak gelen Venedikli Alvise Gritti otuz yıl içerisinde büyük bir servet sahibi oldu. İstanbul’da zengin ve gösterişli bir hayat yaşadı, pek çok sanatçı ve bilgine hamilik etti. Dönemin sadrazamı İbrahim Paşa ile kurduğu yakın dostluk sayesinde Osmanlı sarayı ve dönemin hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman ile tanıştı, bir takım diplomatik ve siyasi görevler üstlendi. 1534 yılında öldürüldüğünde Macaristan Valisi ve Baş Hazinedarı unvanını taşıyor, Macaristan’da yapılan diplomatik müzakerelerde Osmanlı Divanı’nı temsil ediyordu. Venedik’te bulamadığı siyasi kariyer fırsatını doğduğu topraklarda bulmuş, Osmanlı’nın Avrupa siyasetinde önemli roller üstlenen bir aktöre dönüşmüştü. Sıradan bir tüccar, üstelik Osmanlı sisteminin dışından bir yabancı, asırlar sonra yaşadığı semte ismini bırakacak kadar tanınan bir şahsiyete dönüşmüştü”.