Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri sergimizin küratörü Ekrem Işın’la Anka Haber Ajansı’ndan Necmi Çelik’in yaptığı röportajı paylaşıyoruz! Keyifli okumalar!
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, kent tarihi ve toplumsal tarih odaklı sergilerinin bir devamı olan Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri sergisiyle, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan süreci, fotoğraflar, seyahatnameler, kartpostallar, dergiler ve gravürler eşliğinde gözler önüne seriyor.
Küratörlüğünü Ekrem Işın’ın, danışmanlığını Catherine Pinguet’nin üstlendiği Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri sergisi, hemen her dönemde gündelik yaşamın önemli bir parçası olan sokak köpeklerinin, dini, siyasi ve sosyolojik dönüşümlerle değişen hayatlarına ışık tutuyor.
Serginin küratörü Ekrem Işın, altın ve sürgün çağı olarak ikiye ayırdığı İstanbul’un sokak köpekleri üzerinden modernleşme sürecini değişik bir açıdan değerlendirdi. Işın’ın Anka’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
-Hayvanlarla insan davranışları arasında benzetme, alegori yapılırken köpek nerede duruyor?
Hayvanlar, edebiyatın, destanların, sosyolojinin, tarihin başlıca konusu. Hayvan davranışları ile insan davranışları arasında her zaman alegori yapılır. Atlar, boğalar, kuşlar, yılanlar, aslanlar, kaplanlar, akrepler, filler, kediler vb. bir dizi örnek verilebilir. Köpekler de bu alegorinin önemli bir parçası. Ancak hayatın içinde ejderhalar gibi mitolojik hayvanlar da var. Doğu toplumları hayvanlı toplumlar, hep hayvanlarla iç içe yaşamışlar ve yaşıyorlar da. Biz böyle bir kültürün insanlarıyız. Ancak Doğu ile Batı arasında önemli bir ayrım çizgisi var. Batıda birçok hayvan şehrin içinde değil, evlerin içindedir, özel olarak bakılırlar ve cins olarak yetiştirilirler. Doğuda hayvanlar bizimle beraber hayatı doğal olarak paylaşırlar. Bizim şark mitolojilerinde bu hayvanlar vardır. Köpekler, kuşlar, atlar, vahşi hayvanlar hepsi vardır, hem mitolojilerde hem de hayatın içinde. Doğu hayvanlı toplumlardır. O kadar ki, Marco Polo o meşhur dünya seyahatini yaptığında insanlarla hayvanları birbirine karıştırır. İnsan figürleri kurt başlı, ya da kuyruklu çizilir. İnsanla hayvan kaynaşmış vaziyettedir.
-Hayvan doğu toplumlarında nerede duruyor?
Doğu toplumlarında hayvanlar bize yabancı değil. İran’a , Orta Asya’ya Çin’e, Hindistan’a Japonya’ya doğru gittikçe hayvanların kutsal, dokunulmaz anlamlar taşıdıklarını görüyoruz. Bize gelince, bazı hayvanları evimize almışızdır. Ama bazı hayvanları yalnızca sokakta beslemişizdir. Burada tabi dini telakkiler de var. Köpek sokakta, bahçede beslenirken, kedi eve alınmıştır. Bir de kafes kuşları var evde. Kediler sadrazam konaklarında samur kürkler üzerinde yavru yaparlardı. Mutfakta külbastıyı kapıp gidecek kadar hayatımızın bir parçası olmuşlardır. Biz kediyi severiz, böylesine severiz. Çok şımartılmışlardır. Mestanlar, tekirler, sarmanlar gibi klasikleşmiş kedilerimiz var. Ama köpek öyle değil, bizim merhamet duygularımızı uyandıran harekete geçiren bir hayvan. Sokaktaki köpek acizdir, yardıma muhtaçtır, Allahın yarattığı ağzı var, dili yok bir hayvandır, bize son derece faydalıdır. Halbuki kitabî İslamda köpek mekruh bir hayvandır. Bu inanca rağmen Anadolu geleneğinde bu mekruhluk en fazla köpeği eve almama şeklinde kendini gösterir. Sokakta ise sınır yoktur, köpekler dışardaki hayatta önemli görevler üstlenmişlerdir. Onlara bakmakta beslemekte beis yoktur.. Dolayısıyla bizim kentlerimiz köpekli kentlerdir, köpekle iç içedirler.
-İstanbul’un köpeklerle dostluğu ne zaman başlıyor?
İstanbul’a köpekler ne zaman geldiler, bunun net bir karşılığı yok. Bizans döneminde mi, yoksa daha önceki dönemlerde mi bilemiyoruz. Biz İstanbul’daki tarihimizi fetihle birlikte başlattığımız için köpeklerin de fetih ordusuyla birlikte İstanbul’a geldiğini kabul ediyoruz. Anadolu’ya da göçler sırasında geldiğini biliyoruz. Nasıl gelmiş olurlarsa olsunlar önemli olan İstanbul’un köpekli bir kent olmasıdır. Modernleşmenin başlangıç tarihi olarak kabul edilen II. Mahmut’a kadar şehrin bu karakteri korunmuştur. Tanzimat’la birlikte durum değişiyor. Köpeklerin tarihi açısından iki ana kesit görüyoruz. Fetihle birlikte başlayıp Tanzimat’a kadar süren klasik dönem ve Tanzimat’tan çöküşe kadarki modern dönem. Bu dönemde de sokakta köpek var ama, itlaf nedeniyle köpeksiz İstanbul olarak anılır. Yani köpeklerin tarihinde bir pozitif dönem var bir de negatif dönem.
-Batı ile doğunun köpeği arasında ne fark var?
Batı çok eski zamanlardan beri bu hayvanların cinsinin bozulmamasına dikkat etmiş. Yani belli cinsler üretmiş. Bu köpekleri derebeyleri şatolarında çok itinalı bir şeklide korumuş ve beslemişlerdir. Bunlar daha çok av köpekleridir. Prenslerin, lordların, kontların sürek avlarında kullandıkları köpeklerdir. Batı bunun dışında sokakta kendi kendine çoğalan, üreyen köpeklere hayat hakkı tanımamıştır. Bugün bile Batı kentlerinde standartlar eskisi gibi uygulanıyor. Sahipsiz bir köpek önce toplama merkezlerinde tutuluyor ve sahibi üç gün bulunamazsa itlaf ediliyor. Batıda dördüncü günü yoktur sahipsiz bir köpeğin.
-Doğu’da ya da İslam inanışında köpeğin yeri nasıl?
İslam’da merhamet ve şefkat kültürü dominant bir kültür olduğu için köpekler de bir anlamda bu merhamet kültürünün taşıyıcısı olmuşlardır. Halk şuna inanıyor, ben yardıma muhtaç bir canlıya yardım elini uzatırsam o da bana öbür alemde şahitlik edecektir. O dilsiz hayvan dile gelecektir. Köpekler bu inanç bağlamında düşününce çok şanslılar. Bakın o dönemde bizim mahalllerimizde meczublar, kimsesizler, deliler de var. Fakat halk bunlardan çekinmezdi. Ve bunların abuk subuk konuşmalarında bile bir hikmet bulurdu. Halk bu lafları bir veli sözü gibi algılardı. Onların da öte dünyada kendi amelleri açısından şahitlik edeceklerini düşünürlerdi. Gelenek ve inançlarımıza göre köpekler konuşamasalar da, herşeyi hafızaya alırlar. Öte dünyada dile geleceklerdir. Zaten konuşabilselerdi sanırım insanlar onlarla da pazarlığa otururlardı.
-Köpeklere yüklenen vazifeler de olmalı?
O zamanlar da hayırsever insanlar öldüklerinden sonra servetlerinin bir ksımını bu hayvanların bakımına ve doyurulmasına hasrederlerdi. Hatta modernleşmeye kadar bu hayır amacına yönelik çeşitli vakıflar da kurulmuştu. Köpekler koloni halinde yaşarlar, tek başına yaşamlarını idame ettiremezler zaten. Bizim o zamanki köpekler daha çok tazıya benzerler, zayıf ve sıskadırlar. Köpekler daha çok mahallelerde yaşıyorlar. Mahallle o zaman bizim hayatımızın en büyük bölümününü geçirdiğimiz yerler. Mahallede doğulur ve mahallede ölünür. O hayvanlar mahalleyi korur ve tüm mahalleliyi tanırlar, yabancıyı ayırt ederler. Satıcıları bile tanırlar. Birincisi bekçilik gibi kolluk görevleri var, ikincisi de beledî görevleri bulunuyor. Yemek artıklarını yiyerek çöp atıklarının oluşmasına engel oluyorlar. Ayrıca merhamet duygusunu insanlara yaşatan hayvanlar. Tüm bu nedenlerle halk köpeklerden son derece memnun.
-Modernleşme şehirleri ve köpekleri nasıl etkiliyor?
Lale Devri’nden bu yana alttan alta gelen bir modernleşme süreci var, 1839’a kadar. Modern saraylar inşa ediliyor. Süslü çeşmeler yapılıyor, barok mimari öne çıkıyor. Osmanlı’da çeşmeler normalde duvara gömülüdür. Modernleşme ile birlikte çeşmeler bağımsız yapılar olarak meydanlara, şehrin orta yerlerine çıkıyor. Çeşmeler fonksiyonlarından öte gösteriş ve süs unsuru yönüyle dikkat çekiyor. Hayatın dış yüzü gibi içi de değişiyor. Zihniyet, eğlence alışkanlıkları dönüşüyor. Bİz şehirlerimizi örnek olarak batılılaşmak istediğimiz Paris ve Berlin gibi düşünüyoruz. İstanbul’da Ortacağdan kalma kargacık burgacık sokaklar, yapılar egemen. Modern şehirleşmeyle birlikte pek çok şey de değişmeye başlıyor. Batılılar diyor ki, şehirleşme tamam da bu köpekler neyin nesi. Hem klasik hem de modern dönemde olsun İstanbul’a gelen tüm yabancı seyyahların yazdıkları seyahatnamelerin bir bölümü bu köpeklere ayrılmıştır. İstiklal Caddesi’nin ortasında köpekler koloni halinde yaşıyorlar, sokaklarda yavruluyorlar. Yabancı seyyahlar, köpekler padişah gelse bile yerlerinden kımıldamazlar diye yazıyorlar. Köpeğe büyük saygı var. O zaman diyorlarki bu Batı’da, Paris’te olmayan bir görüntü. Sen Batılı olamazsın. Sen Şarklısın. Köpek bu durumda Şarkın bir sembolü. Bu açıdan İstanbul’un sembolünün camiler, minareler ve köpeklerin olması son derece doğal.
-Sürgünler ne zaman başlıyor?
Batılılaşmak istiyorsak hayatın içinden, sokaklardan köpekleri arındırmak lazımdı. Bu durumda çare köpeklerden kurtulmak. Bizde yok, siz de itlaf etmelisiniz deniyor. Halk nezdinde köpeğin o kadar güçlü bir yeri varki köpeklerden bu yolla kurtulmak çok zor. Aslında tarihte pek bilinmez ama, İstanbul’da ilk köpek sürgününü yapan padişah II. Mahmut’tur. O dönemde II.Mahmut’un bir de askeri danışmanı var: Helmuth Von Moltke. Sonradan mareşal oldu, Prusyalı bir general. Zaten modernleşme bilindiği gibi askeriyeden başlıyor. Moltke, anılarında bu sürgünden bahseder. Sokak köpekleri toplanıp mavnalara dolduruluyor ve meskûn olmayan Marmara adalarına gönderiliyor. Aslında her padişah döneminde böyle sürgünler olmuştur. 1910 sürgünü ise en büyük sürgündür. Adalara bırakılan köpekler aç ve susuz havlıyorlar günlerce. Zamanla birbirlerini yemeğe başlıyorlar. Bu hayvanların canhıraş havlamaları İstanbul’dan duyuluyor doğal olarak.
-Halkın tepkisi nasıl bu trajediye?
Halkın vicdanı kanamaya başlıyor bu canhıraş haykırışlar karşısında. Köpekler merhamet nesnesi olunca o seslere can mı dayanır. Bu sürgün ne için yapılıyor, modernleşme için yapılıyor. Halk düzleminde modernleşme ne demek, gavurluk, gavurlaşma demek. Ve II. Mahmut’un adı çıkıyor, gavur padişah diye. Düşünebiliyor musunuz, tahtınız sarsılmaya başlıyor, tebaa II. Mahmut’a gavur padişah demeye başlıyor. Giderek bu imaj yayılıyor halk arasında. Bu tehlikeli bir şey tabiki. Kahvelerde, ayak divalarında bunlar konuşuluyor. Bu dedikodular saraya kadar gidiyor. II. Mahmut Batıdan bakılınca Doğunun son monarkı olarak görülüyor.
Dolayısıyla II. Mahmut geri atmak zorunda kalıyor ve hayatta kalan köpekleri tekrar mavnalarla İstanbul’a getirtiyor. O döneme göre ciddi bir kamuoyu baskısı oluşuyor. Tarihçilere göre Osmanlıda halk iki padişahtan çok korkmuştur. Biri IV. Murad diğeri de II.Mahmut’tur. II. Mahmut köpek sürgününden geri adım attığında halk şunu söylüyor. “Yeniçeri ordusunu ortadan kaldıran padişah köpekleri ortadan kaldıramadı.” Bir anlamda köpeklerin gücü yeniçerilerin gücünden baskın çıktı. İstanbul şehir tarihinde köpekler böyle bir yere sahip. Bu kamuoyu baskısı fısıltı gazatesinin de gücünü gösteriyor. O zaman başka bir kanal yok zaten. Hatta halk dini inançları gereği II. Mahmut’un o dönemde yaşadığı bazı yenilgileri de “alma mazlumun ahını” duygusuyla izah eder.
Mahmut köpekler konusunda başarısız olsa da modernleşme kapsamında ilk şehirleşme adımları da atılmaya devam ediyor. Bu çalışmalar yabancıların en çok bulunduğu Beyoğlu’ndan başlıyor. Sokaklar Arnavut kaldırımlarıyla döşeniyor, çamurdan kurtarılıyor. Sokaklara aydınlatma lambaları taklıyor.
-Diğer büyük sürgün nasıl başlıyor?
Yalnız bizde değil, yabancı basında da en çok yazılan konuşulan konu 1910 sürgünüdür. İngiliz sefareti şikayetçi olmuş köpek havlamalarından sabahlara kadar uyuyamıyoruz diye. Kayıkçılara bahşiş verip sokak köpeklerini Üsküdar kıyısına bıraktırıyorlarmış. Onlar için köpek, şöminenin önünde yatan bir süs eşyası. Yabancı kamuoyuna en çok mal olmuş 1910 sürgünü sırasında tesadüf o ki Pier Loti de İstanbul’da. “Doğu Düşleri Sona Ererken” başlıklı son kitabının bir bölümünü de bu sürgüne ayırmış Pier Loti. O dönemde iktidarda İttihatçılar var. Abdülhamid gitmiş Sultan Reşad’ın saltanatı başlamış. Pastör Enstitüsü’nün müdürü Dr. Remlinger diyor ki, İstanbul’da şu an 60 ile 80 bin arasında köpek var. Bu köpekleirn derilerinden yararlanabilirsiniz. Kemiklerini toz haline getirip zamk olarak kullanabilirsiniz. Dr. Remlinger her köpeğin itlaf maliyetinin 3 frank olduğunu, elde edilecek gelirin yaklaşık 300 bin frank yaptığını belirterek, “Ve siz bu 300 bin Frank’ı da İstanbul’da hayır işlerinde kullanırsınız. Karlı çıkarsınız “diyor. Bu ciddi teklif karşısında bir duraksama yaşanıyor. O zaman İstanbul Şehremini Cemil Topuzlu Paşa, yani belediye başkanı. İşin merhamet ve insani yönü var. Dolayısıyla bu tür teklifleri reddediyorlar.
-Sürgün seçeneği tarihin tekerrürü mü?
İtlafı göze alamayınca bizimkiler yine sürgünde karar kılarak toplayabildikleri tüm köpekleri Sivriada’ya göndermeyi tercih etmişler. Önceleri mavnalarla yemek artıkları götürmüşler. Sonra da gitmez olmuşlar. Güneşin altında, sıcakta yiyecek su yok. Sonra bildiğimiz bu manzaralar, trajik son. Artık o hayvanların hiçcbiri geri gelmemiş. Hepsi ölmüşler birer birer. Sonra bildiğiniz gibi Birinci Dünya Savaşı ve İstanbul’un işgal kuvvetlerince işgali. Savaşlar birbirini izliyor, askere gidenler gelmiyor. Halk bu olayları 1910 trajedisine bağlıyor. Köpeklerin ahı tuttu duygusu yine egemen. O mazlum yaratıkların kefaretini ödüyoruz, çocuklarımızı şehit verdik diye halk ağlaşıyor. İmparatorluğun çöküşünü bu ortamda yaşıyoruz.
-Cumhuriyet döneminde köpeklerle yeniden dost olunuyor mu ?
Cumhuriyet döneminde köpeklerin sokaktaki hayatlarında pek bir değişiklik yok, köpekler eskisi gibi yaşamlarına devam ediyor. Modernleşmeyi köpekler üzerinden okumak benimkisi. Normalde insanlar üzerinden işlenir modernleşme. Ben farklı bir yerden modernleşmeyi incelemeye çalıştım. İlk kez 1987’de yazdım bu konuyu.
-Köpek sevgisini nasıl değerlendiriyorsunuz günümüzde?
Hayvan sevgisi normalde bir bütün. Köpek sevgisi konusunda çok çelişki var. Bu işi çok severek yapanlar var, statü sembolü olarak görenler var. Kullanıp sokağa atanlar var.Bodrum’da yazın götürüp orda bırakılan ne çok köpek var. Aralarında çok cins özel özel köpeklerin kaderlerine retk edildiklerini görüyorsunuz. İnsanımız para gücü arttıkça heves edip köpek ediniyorlar. Bu normalde bir kültür sorunu. Doğal sevgi eskide kalmış. Yüzeysel bir sevgi günümüzde. Köpek artık bir sektör oldu pet shoplarla, hayvan sağlığı klinikleriyle, özel mamaları ve besin maddeleriyle. Bir köpek ya da kedi için nerdeyse bir çocuğa masraf yapar gibi masraf yapılıyor. Normal bütçeli bir ailenin kaldırması pek mümkün değil. Köpek kadar olmasa da kedi bile beslemenin maliyeti var. Kediyi köpeği kuş gibi besliyoruz nerdeyse.
-Köpeğe yüklenen anlamlar günümüzde çok değişmiş olmalı?
Köpeğe yüklenen anlamlar tabiki çok değişiyor. Artık köpek sevgisi merhamet duygusunun karşılığı değil. Bir şirinlik, bir oyuncak gibi algılanıyor. Yalnız yaşayanlara dostluk etsin diye alınanlar da var. Ama bu devirde de elinde yiyecek torbalarıyla dolaşanlar, köpekleri beslemek için koşturanlar var, bu insanların da hakkkını vermek lazım. İçten içe o eski kültür biraz devam ediyor. Şimdi en zor durumlardan biri köpeklerin de apartman hayatına mahkum edilmesi. Eskiden evler bahçeli idi. Köpekler bahçede özgürce bir yaşam bulurlardı. Şimdi 20-30 katlı binalarda bu hayvanlar ne yapar? Bu hayvanlara iyilik mi kötülük mi yapıyoruz bu soruyu soruyorum kendime. Köpekler de yalnızlaştı. Konu komşusu olmayan hayvanlar. Havlamayı unutan köpekler var. Psikolojileri bozuldu, sürekli kapalı evlerde yaşamaktan. Sinirsel alerjileri oluyor. Dışarda da fazla uzun süre yaşama şansları ise yok. En fazla 1.5-2 yıl .Ya arabanın altında kalıyorlar, ya da hemcinslari tarafından parçalanıyorlar. Orda da doğal hayatalarını yaşıyamıyorlar. Neyseki artık hayvanseverler var, bu konuda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları var. Günümüzde belediyelerin de bu konuda önemli bir duyarlılık gösterdiklerini görüyoruz. Sivil toplumla beraber belediyelerin bu son karlı günlerde köpeklere sahip çıktıklarını görüyoruz. Köpekler, kediler için yatak yorgan taşıyanlara, kulübeler yapanlara tanık oluyoruz.
-Kişisel hayatınızda hayvanların yeri nasıl? Hayalinizde yeni kitaplar var mı?
Benim çocukluğum Ankara’da bahçeli bir evde geçti, Her türlü hayvanı besledik. Kuşlar, köpekler, tavşanlar vs.. Akvaryum balıklarımız oldu. Şimdi ise kedi basliyoruz. Onlarla konuşarak mutlu oluyoruz. Köpek olmak zor, kedi olmak kolay. Bir kedi her yere sıçrayıp yemeğini bulabiliyor. Çöp kutularına rahatlıkla dalabiliyor.Köpekler öyle değil. Her yere tırmanamazlar, uzanamazlar. Köpek daha aciz aslında. Köpeğe söz geçirmek kolay. Kedilerin en büyük korkusu ise kargalar. Grup halinde bulundukları için kargalar o bölgelerde kendi egemenliklerini oluşturuyorlar. Sesleriyle kedileri paralize ediyorlar. Yiyeceklerine ortak olmaktan öteye geçerek el koyuyorlar bir anlamda. Kargalar çok zeki hayvanlar.
-İstanbul köpekleri sergisi fotoğrafların kaynağı neresi?
Sergide yer verdiğimiz fotoğraflar köpekler için çekilmiş özel fotoğraflar değil. Değişik kaynaklardan ve arşivlerden elde edilen bu fotoğrafların çoğunluğu hayatın içinden fotoğraflar. Bazı kartpostallar da var tabiki, sadece köpeklere odaklı. Mizansen yok, hayatın içinde hayvanı görüyorsunuz. Söz konusu görsel malzeme Pierre de Gigord ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Arşivi’nden derlendi.